NOTOS'u SEVMEK
Notos iki ayda bir yayımlana bir Edebiyat dergisi. Notos' un anlamı nedir diye araştırdım. Dergide de yazıyor. En önemli dört rüzgardan biriymiş Notos. Eos ile Astraeos' un oğlu. Güney rüzgarı Lodos olarak bilinir diyor internetteki Mitoloji sözlüğü (1) . Lodos' u da severim zaten. Çocukluğumdan beri kıyıları çarparken şahlanan dev dalgaların gümbürtüsünü dinlemeyi, iki yana yalpa vuran Deniz Hatları İşletmesinin o vefakar vapurlarına binmeyi o kadar özledim ki. Notos' u da çok sevdim. Şimdiye değin eksikliğini duyduğum pek çok yenilik ve bakış açısı var Notos sayfalarında... Gerçekten de sunuş yazısında belirttikleri gibi " kendine özgü içeriği, biçimi, havasıyla edebiyat dünyamıza sıcak bir rüzgar " estirecek gibi görünüyor Notos. En azından benim için öyle. Bakın size öykümün öyküsünü de anlatabilirim, neler yaşadığımı:
-Notos çıktı mı?
-Hayır bayan Şubat'tan önce gelmez.
Kadıköy' e her inişimde iskeledeki gazete bayisine uğrayıp sormadan edemiyorum. Hem de günde iki kez. En sonunda 27 Ocak Cuma akşamı bayi gülerek uzatıyor dergimi bana. Heyecandan elim ayağım tutmuyor. Trafik ışıklardan uçarak geçerken bir yandan da dergimi kuşatan jelatini açmaya çabalıyorum. İkinci ışıklar ve işte yıllardır Münir Nurettin şarkıları ile gönlümüzü okşayan o tam köşedeki müzik dükkanını ve yanındaki derme çatma kulübede gazete satarak geçimini sağlayan yaşlı kadıncağızı Kadıköy tarihinden silen o üç katlı devasa simit evi. Hemen bir çay alıp seriliyorum en yakındaki masaya. Heyecanla öyküsü yayımlanan öykücülerden biri olabildim mi diye çılgın bir merakla çeviriyorum yaprakları. Evet işte orada ismimi okuyorum. Aman Tanrım diyorum bütün bu değerlendirmeler benim öyküme mi yapılmış. Çıkmamış ama epeyce olumlu bir değerlendirme yazısı; öyküm çıkmışçasına sevindiriyor beni. Günlerdir ağlamaktan şişmiş gözlerim ilk kez umut pırıltılarıyla aydınlanıyor, hissediyorum. Günlerdir ölüm denen o kaçınılmaz sonu kabul edememenin verdiği o onulmaz acılar, teyzelerimin birbiri ardı sıra gidişlerine duyduğum acılar içimi kavururken gerçekten bir Lodos esintisi esiyor yüreğime. Bak diyorum. Teyzelerim duysa da sevinirlerdi. Hem en azından anneciğin hayatta. Ona söylersin yalanın gerçek oldu işte.
Biraz daha gerilere dönmem gerekiyor. Büyük teyzemin komaya girip yoğun bakıma alındığı günlere. Teyzeciğim diyorum sırası mıydı şimdi böyle gidivermelerin? Ben teyzemin ve onunla beraber tüm sevdiklerimin her zaman yanıbaşımda en azından bir telefon kadar yakınımda olduğunu düşünerek ertelerdim projelerimi. Oysa bu üç yaşlı kardeşi bir araya getirip filmlerini çekecektim. Kaç yıldır bunu planlıyordum. Şimdi teyzem hastanedeki yatağında bilinçsiz yatıyordu. Manisa' daki hastaneyi çabuk buldum. Önce yoğun bakımda aradım teyzemi. Olmadığını görünce sonsuz bir boşlukta yuvarlanmaya başladım. Meğer normal odaya almışlar. Ağlaya sızlaya girdim odasına. Gözleri kapalı bir pamuk prensesti uyuyan. Hiç uyanmamış daha sonra. Bayramın üçüncü günü kaybetmiştik onu.
Sonra da ikinci teyzem gitti. Bayramda elini öpmeye gidememiştim grip belası yüzünden. O ortanca teyzeciğimin de sonsuza kadar hep bizimle olacağını düşünen bir hayalperest budalaydım ben. Bayramdan sonra grip olmuş ve zatüreeye çevirivermiş. Muhtemelen gelen birilerinden kapmıştır gribi. Sonra hastaneye koştuğumuzda solunum cihazına bağlı zorlukla nefes alırken gördüm onu. Onun da ellerini tuttum. O güne kadar olmuş hatalarım için özür diledim. O güzel kara gözlerinden çektiği acıları görebiliyordum.
-Teyzeciğim bak bir araba kiralayacağım ve bu sene Foça' ya ben götüreceğim
dediğimde başını bir diğer oynatırken gözlerinde beliren acıyla karışık ince alaylı bakışı ve reddi de hiç unutmayacağım sanırım. Son gidişimizde "su" diye inliyordu. Meğer yolculuğu yakınmış da anlayamadık. Keşke ah keşke o hortumları söküp doya doya su içirebilseydik. Onu da kaybettikten sonra derin bir boşluğa düştüm. Sevilenler bir bir gidecekse yaşamamın anlamı ne? Günlerce ağladım. Aynı binada başka bir dairede kalan annem şiş gözlerimi görmesin ve anlamasın diye olabildiğince az indim yanına. Yine de bir şeyler sezinledi. Teyzemi hastaneye kaldırdığımızı biliyordu . Gizlesek telefonla konuşamayınca anlayacaktı yalanımızı. ama sanırım o da benim gibi onu kaybedebileceğimiz düşüncesine uzaktı. Bir gün sordu. Neden gözleri bu kadar kızarık.
-Ah anne dedim. sana bir müjde vereceğim.
O anda ne müjdesi verebileceğim bile gelmiyordu aklıma ancak dudaklarımdan dökülen:
-Öykü yarışmasını kazanmışım anne. Onun için ağlıyorum sevinçten.
Sözcüklerime ben bile hayret ettim. O anda aklımda Notos dergisi filan da yok.
- Kutlarım dedi annem ve pek sevindi.
-Dergiyi getir de okuyalım.
O anda kafamdan kaynar sular boşandı.
-İnternet dergisi anneciğim dedim. Bu öyle bildiğin matbaada basılmış dergilerden değil.
Küçük beyaz bir yalanla annemi mutlu etmeyi başarmıştım. Sonra Notos dergi çıkacağına yakın umuda kapılıp belki benim öykü de yayınlanır da uydurduğum yalan doğrulanır diye düşünmeye başlamıştım. İşte hepsi bu. Ben o olumlu değerlendirme yazısını okuduğum günden beridir, sürekli okuyorum ve öyküler yazıyorum. Edebiyatın sanatın içimizdeki boşlukları dolduran, bungunluğu azaltan en iyi çare olduğuna da inanıyorum artık deneysel olarak yaşamış biri olarak.
İşte bunun için NOTOS'u daha çok sevdim. Yazılan her bir öyküyü incelikle değerlendirdikleri için. Elbette değerlendirmeye giremeyen öycücüler de olmuştur ancak onlar aslında kendi hatalarını bilirler. Ve sanırım ve dilerim günün birinde onların da öyküleri hak etmiş olduğu değerlendirmeyi alır. Okumalı, okumalı daha çok okumalıyız. Öyküler, dergiler, kitaplar bize raflardan neşeli pırıltılar saçarak oku beni diye seslenirken onlara sırtımızı dönmemeli ve her zaman okumalıyız, ardından da istiyorsak yazmalı.
Elimde dergi anneme koştum ve değerlendirme yazısını ona da okuttum. Onu bir kez daha sevindirmiştim.
İşte bunun için daha çok sevdim Notos'u. Şimdi harıl harıl ikinci sayıda yayımladıkları fotoğraftan yola çıkarak yeni öyküler üretiyorum. En güzelini en özenlisini göndereceğim onlara. Bir gün de o üç kardeşin hüzünlü öyküsünü okuyacaksınız bir yerlerde. Esenkalın sevgili dostlarım.
(1)http: //216.239.59.104/search? q=cache: K5D8bjeBeNcJ:
-Notos çıktı mı?
-Hayır bayan Şubat'tan önce gelmez.
Kadıköy' e her inişimde iskeledeki gazete bayisine uğrayıp sormadan edemiyorum. Hem de günde iki kez. En sonunda 27 Ocak Cuma akşamı bayi gülerek uzatıyor dergimi bana. Heyecandan elim ayağım tutmuyor. Trafik ışıklardan uçarak geçerken bir yandan da dergimi kuşatan jelatini açmaya çabalıyorum. İkinci ışıklar ve işte yıllardır Münir Nurettin şarkıları ile gönlümüzü okşayan o tam köşedeki müzik dükkanını ve yanındaki derme çatma kulübede gazete satarak geçimini sağlayan yaşlı kadıncağızı Kadıköy tarihinden silen o üç katlı devasa simit evi. Hemen bir çay alıp seriliyorum en yakındaki masaya. Heyecanla öyküsü yayımlanan öykücülerden biri olabildim mi diye çılgın bir merakla çeviriyorum yaprakları. Evet işte orada ismimi okuyorum. Aman Tanrım diyorum bütün bu değerlendirmeler benim öyküme mi yapılmış. Çıkmamış ama epeyce olumlu bir değerlendirme yazısı; öyküm çıkmışçasına sevindiriyor beni. Günlerdir ağlamaktan şişmiş gözlerim ilk kez umut pırıltılarıyla aydınlanıyor, hissediyorum. Günlerdir ölüm denen o kaçınılmaz sonu kabul edememenin verdiği o onulmaz acılar, teyzelerimin birbiri ardı sıra gidişlerine duyduğum acılar içimi kavururken gerçekten bir Lodos esintisi esiyor yüreğime. Bak diyorum. Teyzelerim duysa da sevinirlerdi. Hem en azından anneciğin hayatta. Ona söylersin yalanın gerçek oldu işte.
Biraz daha gerilere dönmem gerekiyor. Büyük teyzemin komaya girip yoğun bakıma alındığı günlere. Teyzeciğim diyorum sırası mıydı şimdi böyle gidivermelerin? Ben teyzemin ve onunla beraber tüm sevdiklerimin her zaman yanıbaşımda en azından bir telefon kadar yakınımda olduğunu düşünerek ertelerdim projelerimi. Oysa bu üç yaşlı kardeşi bir araya getirip filmlerini çekecektim. Kaç yıldır bunu planlıyordum. Şimdi teyzem hastanedeki yatağında bilinçsiz yatıyordu. Manisa' daki hastaneyi çabuk buldum. Önce yoğun bakımda aradım teyzemi. Olmadığını görünce sonsuz bir boşlukta yuvarlanmaya başladım. Meğer normal odaya almışlar. Ağlaya sızlaya girdim odasına. Gözleri kapalı bir pamuk prensesti uyuyan. Hiç uyanmamış daha sonra. Bayramın üçüncü günü kaybetmiştik onu.
Sonra da ikinci teyzem gitti. Bayramda elini öpmeye gidememiştim grip belası yüzünden. O ortanca teyzeciğimin de sonsuza kadar hep bizimle olacağını düşünen bir hayalperest budalaydım ben. Bayramdan sonra grip olmuş ve zatüreeye çevirivermiş. Muhtemelen gelen birilerinden kapmıştır gribi. Sonra hastaneye koştuğumuzda solunum cihazına bağlı zorlukla nefes alırken gördüm onu. Onun da ellerini tuttum. O güne kadar olmuş hatalarım için özür diledim. O güzel kara gözlerinden çektiği acıları görebiliyordum.
-Teyzeciğim bak bir araba kiralayacağım ve bu sene Foça' ya ben götüreceğim
dediğimde başını bir diğer oynatırken gözlerinde beliren acıyla karışık ince alaylı bakışı ve reddi de hiç unutmayacağım sanırım. Son gidişimizde "su" diye inliyordu. Meğer yolculuğu yakınmış da anlayamadık. Keşke ah keşke o hortumları söküp doya doya su içirebilseydik. Onu da kaybettikten sonra derin bir boşluğa düştüm. Sevilenler bir bir gidecekse yaşamamın anlamı ne? Günlerce ağladım. Aynı binada başka bir dairede kalan annem şiş gözlerimi görmesin ve anlamasın diye olabildiğince az indim yanına. Yine de bir şeyler sezinledi. Teyzemi hastaneye kaldırdığımızı biliyordu . Gizlesek telefonla konuşamayınca anlayacaktı yalanımızı. ama sanırım o da benim gibi onu kaybedebileceğimiz düşüncesine uzaktı. Bir gün sordu. Neden gözleri bu kadar kızarık.
-Ah anne dedim. sana bir müjde vereceğim.
O anda ne müjdesi verebileceğim bile gelmiyordu aklıma ancak dudaklarımdan dökülen:
-Öykü yarışmasını kazanmışım anne. Onun için ağlıyorum sevinçten.
Sözcüklerime ben bile hayret ettim. O anda aklımda Notos dergisi filan da yok.
- Kutlarım dedi annem ve pek sevindi.
-Dergiyi getir de okuyalım.
O anda kafamdan kaynar sular boşandı.
-İnternet dergisi anneciğim dedim. Bu öyle bildiğin matbaada basılmış dergilerden değil.
Küçük beyaz bir yalanla annemi mutlu etmeyi başarmıştım. Sonra Notos dergi çıkacağına yakın umuda kapılıp belki benim öykü de yayınlanır da uydurduğum yalan doğrulanır diye düşünmeye başlamıştım. İşte hepsi bu. Ben o olumlu değerlendirme yazısını okuduğum günden beridir, sürekli okuyorum ve öyküler yazıyorum. Edebiyatın sanatın içimizdeki boşlukları dolduran, bungunluğu azaltan en iyi çare olduğuna da inanıyorum artık deneysel olarak yaşamış biri olarak.
İşte bunun için NOTOS'u daha çok sevdim. Yazılan her bir öyküyü incelikle değerlendirdikleri için. Elbette değerlendirmeye giremeyen öycücüler de olmuştur ancak onlar aslında kendi hatalarını bilirler. Ve sanırım ve dilerim günün birinde onların da öyküleri hak etmiş olduğu değerlendirmeyi alır. Okumalı, okumalı daha çok okumalıyız. Öyküler, dergiler, kitaplar bize raflardan neşeli pırıltılar saçarak oku beni diye seslenirken onlara sırtımızı dönmemeli ve her zaman okumalıyız, ardından da istiyorsak yazmalı.
Elimde dergi anneme koştum ve değerlendirme yazısını ona da okuttum. Onu bir kez daha sevindirmiştim.
İşte bunun için daha çok sevdim Notos'u. Şimdi harıl harıl ikinci sayıda yayımladıkları fotoğraftan yola çıkarak yeni öyküler üretiyorum. En güzelini en özenlisini göndereceğim onlara. Bir gün de o üç kardeşin hüzünlü öyküsünü okuyacaksınız bir yerlerde. Esenkalın sevgili dostlarım.
(1)http: //216.239.59.104/search? q=cache: K5D8bjeBeNcJ:
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa