Sarı Yazma
“Sarı Yazma(1) bir romandır.” der. Rıfat Ilgaz, bir röportajında, Asım Bezirci’ye. “Tekniği, kompozisyonu, biçimi ve biçemiyle anıyla ilgisi yoktu. Anılar başka, anısal roman başkadır.(2) Mehmet Saydur’a yazmış olduğu mektupta bakınız nasıl dile getirmiş dile getirmiş aynı konuyu:
“…Yanımda olsaydın şöyle bir konu atardım ortaya: “ Değerli meslektaşım derdim. Yaşamın gerçeği ile sanatın gerçeği tıpa tıp çakışır mı?”
Beş on yıl önce bir kitap geçmişti elime. Van Gogh’un yaşamını, sanatını anlatıyordu. Kitapta resmini yaptığı yerlerin fotoğrafları da vardı, hemen çalıştığı günlerde çekilmiş...Evler ağaçlar hemen hemen resimlerindekiler gibi...Gelgelelim hiçbiri yerlerinde değil. Ressam kompozisyon gereği nereye uygun görmüşse oraya yerleştirmiş “obje”leri... Benim sanatçı olduğuma inanırsan, ressamın gözle görüleni bile değiştirmedeki özgürlüğü düşsel bir saptamaya dayanan romancıya da tanıyacaksın demektir.”(3)
“Sarı Yazma Rıfat Ilgaz’ın ‘Bir gürültü, bir tedirginlik kaynağı olduğunu anladığı evinden kaçarak tek işlevi yazarlığını sürdürebilmek için ‘doğduğum eşsiz benzersiz memleket sözcükleriyle nitelediği Cide’ye gidişiyle başlıyor. On iki yaşındayken ayrıldığı ama hiçbir zaman unutamadığı Cide’ye dönüş, çocukluk yıllarını geçirdiği bu kıyı kasabası geçmişe götürüyor Ilgaz’ı. Kurtuluş Savaşı dönemine rastlayan çocukluk yılları, ülkücü bir öğretmenin karşılaştığı güçlükler, koşulların zorladığı yetmezmiş gibi bir de yaşamak, veremle savaşım, 1940’ların baskıcı günleri...(2)
İlk alışverişimi yaptığım dükkanın yıllardır kapalı duran kepenklerine bir göz atıyorum. Sanki şu kapıyla birlikte kepenkler de açılırsa içerden, çocukluğum elindeki şeker külahlarıyla yeniden çıkacakmış geliyor bana. Az ileride solda babamın dairesi...Merdivenleri dura dura çıkarken burnumun direğini kıran nemli kokuyu yeniden alıyor gibi oluyorum. Yolun iki yanında caneriklerini yolduğum , olmadan elmalarını kopardığım ağaçlar... Belki çocukluğumun ağaçları değil de onların fışkınlarından uzayan yeni gövdeler, yeni dallar, yeni yapraklar... Yolda birden dirsek verdiren demir korkuluklu köprüden kıvrılıp yolumuzu sürdürüyoruz. En güzel uçurtmaları yapan Rum çocuklarının evlerinin önünden geçiyoruz. Uçurtmamı boyattığım Sotiri, kimbilir nerelerde geçim derdinde?Oysa babasının kunduracı tezgahı bugün bile torunlarıyla onun da torunlarını doyurabilirdi rahatça...Çırağının da çırağı Fethi Usta bugün ustasının eline su dökebilecek durumda mıdır acaba?(1)
Çernişevski sanatın temel görevlerini belirlerken şunun da altını çizmişti der Pospelov Edebiyat Bilimi’nde.(4) Sanatın yeniden yaratma dışında bir anlamı daha vardır ki o da , yaşamı açıklamaktır. Rıfat Ilgaz geçmişin panaromasını çizip öylece bırakmıyor, yaşamı açıklıyor, bir adım daha atıp sorunu saptıyor, üzerinde kafa yoruyor, çözümler üretiyor.(5)
Ah bu halkları, çocukları, büyükleri düşman edip birbirlerinden koparanlar. Eğer İngiliz bezirgânları denizaşırı alışverişlerin kazançlarıyla öylesine beslenip büyümeseydiler, Yunanlıları kimler saldırtacaktı üzerimize? Ermenileri de Rumları da hükümet kurmaları için kışkırtmasalardı, halklarımızı birbirine nasıl kırdıracaklardı, Karadeniz kıyılarında, Doğu kentlerinde.(1)
Osmanlının parçalandığı, savaşlarda yenildiği, başarısız politikalarla insanların birbirine düşman edildiği, çetelerin, kundakçıların dehşet saçtığı, erkeklerin daha kışlaya ulaşıp asker olamadan yollarda telef olduğu, ekmeğin, tuzun, soğuklarda giyilecek paltonun, çarığın bile olmadığı yoksulların iyice perişan dolaştığı acılı karanlık dönemlerdir. Annesinin idareliliği, iki yumurtayı çok arzulamasına rağmen bir öğünde asla birlikte yiyemeyişi, kendi ayakkabılarından utandığı için arkadaşları gibi çarık giymeye çalışması o yıllarda farkında olmadan kazandığı sınıf ve insanlık bilincinin göstergeleridir.
Kocaları, Yemenlerde Trabluslarda, Balkanlarda savaşa duran Cideli kadınların dramını da işlemiştir Sarıyazma’da. Çocukluk günleriden beri zihnine kaydetmiş olduğu anılardan, görüntülerden yola çıkarak sorunları saptamakla kalmaz günümüze yönelik çözümler getirmekten de kendini alamaz.(5)
Kurtuluş savaşı yıllarında köylerden tek bir erkek inemezmiş pazara. Neden bilir misiniz? Çünkü askere gitmek için yollara dökülürmüş köylerin erkekleri. Asker kaçakları için çarşı içinde kurulan dar ağaçları canlanıyor gözümüzde. Çeteler, eşkiyalar dağlarda. Babası yaşlı bir kolcusunu gönderir Samsun’dan Terme’ye aldırmak için Rıfat’ı. Kır atının üstünde yaylının önünde giden kolcu tedirgindir:
Atını sürüp geri dönüyor, bir süre arabanın yanında yol aldıktan sonra hızlanıp uzaklarda kayboluyordu. Arabacı onun gibi ölçülü değildir konuşmada. Anlattığına göre hemen her gün bu Terme yolunda Rum eşkiyalar yol keserler, dağa adam kaldırırlardı. Daha dün bir bakkalı soymuşlardı Çarşamba’dan dönerken. Pontusçulardı bunlar. Sarı Yani diye bir eşkıya vardı ki haraç almadığı köylü, kundaklamadığı ev kalmamıştı buralarda.
Üçpınar yaylasında Karakuş kayalıklarında barınırdı. Kimse yanaşamazdı onun çetelerine. Attığını gözünden nallardı bu çeteler. Termeye girerken bir mitralyöz bölüğünün düzlükte tüfek çattığını görmüştük. Arabacı atlarının dizginlerini çekip uzun uzun bakmıştı da:
“Vah zavallılar!” demişti. “Biz seferberlikte işte bunlar gibiydik. Ne üstümüzde vardı. Ne başımızda.”
Ayaklarına çapulalar çekmişti askerler. Dizlerine doğru dolak sarılıydı. Pantalonların arkaları da dizleri de parça parçaydı. Salıverdikleri katırlar sırtlarındaki kızaklı tüfekleri farkında değillermiş gibi otluyorlardı.Cephede işleri bitince “eşkıya takibi”için görev almış olacaklardı bu kesimde.Ertesi gün Hükümet’in önünde iki Rum eşkiyanın uzatıldığını görünce savaştan dönen askerin ne demek olduğunu anlamıştım.Çapraz bağlanmış fişeklikleri hâlâ üzerlerindeydi.Bellerinden sarkan el bombalarını kullanmaya vakit bile bulamamışlardı. Nasıl bir baskına uğramışlardı ki laz başlıkları bile çözülmemişti başlarında. Cepkenleri, zıpkalarıyla yelekleri yeni dikilmiş gibi pırıl pırıldı.Yumuşak çamurlu çizmeleri boğum boğumdu.
Rıfat arkadaşlarından öğreniyor bu dağlarda onlardan daha yüzlercesi olduğunu.
Her gün bir eşkiya olayı ile karşılaşıyor, Terme yaylalarında dolaşan, Ünye, Fatsa üzerinden Karağuş’a geçen Çarşambadan vurup Ladik’e Erbbaa’ya atlayan kimi Rum, kimi Çerkes, kimi Gürcü, türlü eşkiyaların serüvenleriyle kulaklarımız doluyordu.
Köyleri bastıkları bir şey değil kundaklayıp kaçıyorlardı. Neydi zorları hiç kimse bir şey bilmiyordu.(1)
Rıfat Ilgaz sebep sonuç ilişkileri içinde değerlendirmeye çalışıyor bellek birikimlerini. Cide’de Rum komşuları vardı. Annesi onlara da konuk olurdu. Kimisi şal dokuyan, kimisi dikiş diken kimisi de yün ören Rum komşular. Çocuklarının boyanmış, güzel uçurtmaları olan Rum komşular.
Rum olmak Türk köylerini yakmak için gerekli bir neden olabilir miydi?(1)
Rum çetecilerin varsıl görünüşleriyle mitralyöz bölüğünün fukara görüntülerini belleğinden silemeyen Ilgaz için bu olayın, dünyaya dar görüşlü bir pencereden değil tüm insanları kapsayan evrensel bir açıdan bakma karalılığına katkıları olduğu muhakkak.
Nasıl da insanları birbirine düşman etmeyi başarıyorlardı büyük kentlerdeki politika adamları? Nasıl bu memlekette oturan yabancılar el ulaklarıyla bizi birbirimizden soğutup, çıkarlarını sürdürmesini başarıyorlardı?(1)
Bolluk memleketi, oralıların deyişiyle insandan gayrı her şeyin yetiştiği, sıtmadan yaşlılarının benzinin soluk, çocuklarının karınlarının şiş olduğu Terme’ye sürgün edilirler. Okulda kendisini ezmeye çalışan varsıl ağanın oğlunun davranışları da bilinç düzeyinin gelişmesine katkısı olur.
Daha sonra öğretmen olarak çalışmaya başladığı dönemleri, hastalığı nedeniyle yaşadığı ya da gözlemlediği olayları kurgulamıştır.
Günümüzde değişen tek şey artık çetecilerin pahalı ve şık takım elbiselerle dolaştıkları. Okumanızı öneririm bu kitabı ve elinizden geldiğince gençlere de okutmaya çaba göstermenizi. Sadece Rıfat Ilgaz’ın yaşamı olarak değil bir devrin arka planında gelişen olayları göstermesi bakımından da son derece önemli bir eser. Tarihi yorum bilgisi olarak didikleyip yaşanmışları inkar edip yeni tarihler yazmaya çalışanlara söyleyecek pek çok söz edineceksiniz Sarı Yazma’dan. Özellikle Karadeniz Bölgesi insanının toplumsal yapısındaki önemli bağlantıları bir sosyologdan bile daha ayrıntılı olarak yakalayarak; Richard Hoggard’ın öngörürsüne uygun olarak (6), “Aydınlatıcı momentlerin önemli bağlantılarını bir sosyolog mükemmelliğinde değerlendirip ortaya koyan” değerli yazar ve şair Rıfat Ilgaz’ın Sarı Yazma’sını en az “Hababam Sınıfı” kadar seveceksiniz sanırım. Romanın adı olan Sarı Yazma, Karadeniz’in çalışkan kadınları için yazarın bir saygı duruşu..(7) Kitapta özellikle dikkatimi çeken sözcüklerin güzel kullanımı ve arı diliydi. Değerli edebiyatçımız Rıfat Ilgaz geçmişte kalan sözcükleri de yerli yerinde ve zamanı için kullanarak bu sözcüklerin kültürünün gelecek nesillere iletilmesinde önemli bir görevi de üstlenmiştir. ezgi umut
KAYNAKLAR
(1) Ilgaz Rıfat Sarı Yazma Çınar Yayınları 2005
(2) Bezirci Asım, Rıfat Ilgaz Çınar Yayınları, 4. basım, İstanbul, Temmuz 1997
(3) Saydur Mehmet Rıfat Ilgaz’lı Yıllar, Çınar Yayınları, İstanbul, Nisan 2006
(4) Pospelov g. n. Edebiyat Bilimi çev Yılmaz Onay Evrensel Basım Yay.İstanbul, Kasım 1995
(5) Hatice Emel Dinseven “Rıfat Ilgaz’ın Romanından Anadolu Panoramasına”, Ankara Ün KMYO Rıfat Ilgaz Sempozyumu, Kastamonu, 2006
(6) Göbenli Mediha, Direnmenin Estetiği’ne Güven, Donkişot Güncel Yayınlar, İstanbul, Kasım 2005
(7) http://cinaryayincilik.com.tr/cinar/index.php?option=com_hotproperty&task=view&id=126&Itemid=3
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=51328
10/ 7 /2007 de Sarı Yazma adıyla MB de yayımlandı:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=51328
Etiketler: Asım Bezirci, Cide, Çınar yayınları, Mehmet saydur, Rıfat Ilgaz, Samsun, Sarı Yazma
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa