Fahrenheit 451
Yıl 1947, sıcak ve hoş bir esintili Hollywood gecesinde, dergilere günlük olaylardan hikâyeler yazan Ray Bradbury ve bir arkadaşı, Wilshire Bulvarı'nda yemek sonrası yürüyüşündeler. Polis durduruyor ve sokakta ne aradıklarını soruyor. Devasa kent Los Angeles'de onların dışında soklarda yürüyen yok sanki. Polisle bu anlamsız karşılaşma daha sonra, sallana sallana yürümenin suç sayıldığı "The Pedestrian" adlı öyküyü yazdırıyor Bradbury'e. Öyküdeki kahramanın gece yürüyüşlerinde aniden dikkatini çeken bir şey oluyor. Sıra sıra dizilmiş ve sağlıksız bir ışıkla aydınlatılmış evler ve içinde yüzlerine vuran mavimsi televizyon ışığı ile canlıdan çok ölüyü andıran hareketsiz, donuk insanlar. Bu öyle bir ışık ki yüzlerine vursa da algılarına dokunmadan geçiyor.
Bir kaç adım daha attıktan sonra bu görüntüler Bradbury'de "aptallaştırılmış bir kültüre yasaklanan basit bir zevki anımsatan imgelere" dönüşüyor ve yazara 1953 yılında yayımlanacak olan Fahrenheit 451 adlı romanı için çıkış noktasını oluşturuyor.
Fahrenheit 451 kâğıdın tutuşma sıcaklığının derecesi. Fahrenheit 451 aynı zamanda yakın gelecekteki toplumun panoramasını çiziyor. Her kavramın içinin boşaltıldığı ve gerçek anlamların yerine zıt anlamların yüklendiği tepkisiz adeta ölü insanlardan oluşan ruhsuz , tepkisiz bir toplum. İtfaiyeciler de bu değişimden payını alıp, yangın söndüren değil de yangın çıkaran bir teşkilatın askerlerine dönüşmüş. Mutlu halk ise bu zorunlu cahilleştirmeye adapte olmuş, gün boyu durmadan yayın yapan ve kapatılmayan televizyonları ve reklâmları keyifle izliyor.
Ya kitaplar, kitaplar mı, zavallı kitaplar ...onlar sadece yakılmak için varlar Fahrenheit 451' de. Evet devamını bilirsiniz sanırım. Bilmeyenlere de hararetle önerim kitabı okumaları ya da filmini izlemeleri ya da hiçbirini bulamazlarsa geceleri sokaklarda yürüyüşe çıkmalarını, özellikle de perşembe geceleri.
Bizler daha dünyada yokken yazarın imgelemine düşen insancıl kaygıların sonucu ortaya çıkan bu muhteşem eser, uyuşukluktan sıyrılıp olan bitene eleştirel gözle baktığımızda, Ray Bradbury'nin yazdıklarının birer kehanet olmayıp gerçekleştiğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Yazarın topluma karşı sorumluluğunu göstermesi bakımından da önemlidir.Bir zamanların, yarım asır öncesinin bilim kurgusu, günümüzün toplumsal davranışlarıyla doğrudan ilintili bir gerçekliğe dönüşmüştür.
Bir zamanların büyük romanları, filmleri insanların sadece hoşça vakit geçirmesi için değil ve bugün yapıldığı şekliyle zaten azınlıkta kalan okur kitlenin de beyini yıkamak ve belli bir görüşü de bastıra zorlaya yutturmak için değil asla değil, fakat zaman geçirirken aynı anda düşünmesi, irdelemesi için ortaya konulan eserlerdir.
Günümüzde bolca savrulan tarih değişiyor ya da değişim sözcükleri birer kurmacadır ve değiştirilmek istenilen de insanların algı düzeyi, oturmuş kavramlar ve insani görüşleridir. Böylesi bir romanı yazabilen bir insanın gerçek kaygıları yaşı yedi de olsa yetmiş de olsa devam eder. İşte doksanına merdiven dayamış olan Ray Bradbury şimdi, Amerika'daki ekonomik krizden etkilendiği için, bütçe kısıtlaması nedeniyle kapatılmanın eşiğine gelen Halk Kütüphanelerinin ayakta kalması için savaşım veriyor. Yazdıklarımın arkasındayım demek yetersizdir ve kuşkusuz yaşam boyu davranışlarla da arkasında durmaktan geçer. Davranışından bunu okuyoruz Ray Bradbury'nin. Halk Kütüphanelerinde sık sık pogramlar yapıyor. Biletle girilen söyleşi programları yaparak, kütüphanenin çevrilmesi için gereken parayı toplamaya çalışıyor.
Ray Bradbury zorla dayatılamaya çalışılan cehalete karşı mücadeleyi, meşhur olması için bir kaldıraç olarak değil bir yaşam tarzı olarak benimsemiş işte. İnternet'ten de hoşlanmıyor ve bir kitabını e-book olarak yayınlamayı öneren yahoo'nun teklifini kızgın bir şekilde geri çevirmiş.
İlgi alanları son derece değişik ve örneğin iyi bir arkadaşı olan Bo Derec ile ilk telefon konuşmasında çok mutlu olduğunu söylüyor.
Okulların, kolejlerin insana pek bir şey katmadığının, ne öğrenilirse kitaplardan öğrenildiğinin ateşli bir savunucusu. Beni bu duruma getiren kitaplardır diyerek, edebiyatın geçmişten geleceğe taşınan bir kültür hazinesi olduğunu da vurgulamış oluyor.
Fahrenheit 451'de yaşananların kendi ülkesinde yaşanmaması ve insanların kitap okuma alışkanlıklarının yok edilmemesi için çabalayan seksen sekiz yaşında gerçek bir savaşçı bana kalırsa. Kendisine bu kadar uzun yaşamasının sırrını soran çocuklara, istediğinizi yapın içinizden geçeni diyor Ray Bradbury.
Yaşlı İngiliz dostlarım Dorothy ve John her hafta İngiliz Kültür Derneği Kütüphane'sine gidip ödünç kitap alırlardı ve aynı titizlikte tam zamanında geri götürürlerdi. Onların sayesinde biraz bu alışkanlık bana da geçmişti o zamanlar.
Geçen gün konuştuğum bir kütüphane yöneticimizin çok önemli çağrısı ile bitireyim bu yazımı. "Gelin, gelin lütfen, ... kütüphanelerimizden de alıp okuyun kitapları." Yoksa...yoksa... gerisi Fahrenheight 451...
Kaynaklar:
foto kaynak : newyork times web sitesi
Kaynak : 21/ 06/2009 da Mb de yaımlanan bloğum
Etiketler: Fahrenheit 451, kağıdın tutuşma sıcaklığı, Los Angeles, ray brudburry, The pedesterian
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa