Kitaplar Öyküler Etkinlikler

Kitap , okuma, , çocuk kitapları , romanlar , anılar, edebiyat sohbetleri , sanatçılarla söyleşiler , fotoğraf , edebiyat , çocuk eğitimi üzerine üzerine dokunmak istediğimiz herşey

18 Kasım 2009 Çarşamba

Kars'ın solan rengi Molokanlar kardeş şehir Minara Vodi 'de


Pırıl pırıl bir Ekim sabahı başladık Kars turumuza. Güzelim ağaçlar limon sarısına bürünmüş. Güzel bir gün ve güneş neredeyse yakıyor. Karslılar ceketleri ve tiril tiril gömlekleri ile güz güneşinin keyfini çıkarıyor sanki, yürürken bile. Temiz, mis gibi havayı soluyarak kanatlanıyoruz sokaklarında Kars'ın, biz de...


Dört zarif genç kız heykelinin, canlıymışçasına şenlendirdiği fıskiyeli havuzun yanından geçip, güzel bir konağın girişindeki tabelaya yapışmış yaprakları anıştıran altın sarısı sözcükleri okuyoruz.



"Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı Müze ve Güzel Sanatlar Galerisi" İçerdeki Molokanlarla ilgili fotoğraf sergisini gezeceğiz.



Yıldırım Öztürkkan ve Vedat Akçayöz, onca emek ve çalışmalarının ürünü olan serginin kapısında karşılıyorlar konukları gülen gözlerle. Broşür filan derken birdenbire kırkyıllık tanışlar oluveriyoruz. Kars insanı böylesi içten ve nazik.



(Molokanlar'a dair bu ilginç sergi Kars' dan sonra İstabul'da 2 Kasım akşamına kadar Tophane Tütün Deposu galerisinde de sergilendi ve Kafkas Festivali sırasında Kars ile "Kardeş Kent" olan Rusya'nın Minara Voli kentinde de izleyicileriyle buluşmak üzere yola çıkıyor bugünlerde.



Yine söyleşi sırasında belki de yoğun konuk akınından olsa gerek Vedat Beyin açıklama fırsatı bulamadığı ancak projesi ve finansı kendisne ait olan, Kars'ın Solan Rengi :Molokanlar adlı belgeselinin de söyleşimizden sonra Ekim ortalarında Safranbolu'da yapılan 9. Uluslarası Altın Safran Belgesel Film Festivalinde profesyonel belgesel dalında birincilik ödülünü aldığını bir araştırma sırasında Karshaber internet gazetesinden öğreniyoruz rastlantıyla. )

.

Serginin mimarları, Yıldırım Öztürkkan fotoğraçı ve Vedat Akçayöz ise araştırmacı yazar, belgeselci. Durur muyum hemen sorular sormaya başlıyorum.



Bu sergi hangi fikirden esin aldı diyelim?



Vedat Bey :

Anadolu çok kültürlü bir ortam. İnkar etsek de etmesek de bu bir zenginliktir. Çok kültürlülüğün bir ayrımcılık değil de bir zenginlik olduğunu ön planda tutarak o varsayımdan hareket etmekle, kültürlerin zenginliğinin bizim asıl zenginliğini doğuracağına inanarak bu yola çıktık. Arkadaşımla beraber tümü ile araştırma, Kars'ın var olan değerleri, tabulaşmış değerlerini, ön plana çıkardık. Bunlar nelerdi mesela?. Bir Sarıkamış Birgör Sönmez ile bayraklaşmış ama o çorbanın içinde bizim acizane tuzumuz var. Cenubu Garbi Kafkas Cumhuriyeti Anadolu'da kurulan ilk cumhuriyet, bu bölgede kuruluyor. Tabuları yıkarak bu noktaya geldik.



Tarihini soruyorum Vedat Bey'e.



Vedat Bey: 5 kasım 1918. O süreç başlıyor. 6 aylık bir süreç içersinde kuruluyor ve yıkılıyor.



Yıldırım Bey:İşgalden çıkmışız ve arada bir boşluk var. Osmanlı yıkılmak üzere. Karşısında o anda hiç kimse yok ve Rusya buraya hakim olmak istiyor. İşte o zaman Cenubi Garbi Kafkas Cumhuriyeti ilk temellerini 5 Ocak 1918 de atmış oluyor.



Bunlar tarih kitaplarında detaylı olarak yok sanırım? diyorum



Vedat Bey: Genel Kurmay arşivlerinde var. Resmi devlet politikasında yani gündemde olan tarihimizde yok. Biz onları (ortaya) çıkardık. Fakat Kültür Bakanlığının desteğini gördük. Onlar geldiler. Cenubi Garbi Kafkas Cumhuriyeti ile ilgili belgesel hazırladılar. Bakanlık arşivlerinde var. Bu çorbada da tuzumuz olduğu için biz çok memnunuz.



İki çift gözde de o memnuniyeti görüyorum ve soruyorum:



Ne zaman yapıldı bu bahsettiğiniz belgesel Cenubi Garbi Kafkas Belgeseli ?



Vedat Bey: Geçen sene yapıldı. Şimdi tabyalar üzerinde çalışmaktayız. Türkiye'nin en büyük tabyaları Kars tabyaları. Çanakkale'nin iki katından daha fazla. Çanakkale'deki tabyalar ağaç kütükleri üzerine yapılan tabya sanat eserleri. Burdakiler taş işçiliği ile ilgili. 46 adet tabyamız var. Şimdi onları gündeme oturtmaya çalışıyoruz. Bu da bir tabuydu. Tabudan da kurtarıyoruz. Çorbada yine tuzumuz olduğu için çok memnunuz. Bu tür işlerde son çalışmamız Molokanlar. Molokanlar Kars'da yaşayan etnik bir gurup idiler. 1877'de Kars bölgesine zorla getirildiler. 1921 yılında geri gönderildiler. Kalan 1500 kadar olan kısmı da 61, 62 yıllarında gönderildi.



Gönderildiler demek? diye soruyorum.



Vedat Bey hemen açıklama getiriyor: 61- 62 dekiler kendi istekleri ile gittiler.1921' dekiler gönderildi.



Kuyucuk köyünde de bir zamanlar yaşamış olan Molokanlar "süt içer" anlamına geliyor muş değil mi?



Vedat Bey: Evet, Molok demek "süt içmek" demek. Dinsel ritüellerinde hergün süt içmeyi öngörüyorlar ve kendi Ortodoks mezhepleri içinde ayrımcılığa düşüyorlar. O, başlarına çok büyük işler açıyor.



Bir süt onca dert sarmış demek?



Vedat Bey: Dünyanın dört bir tarafına sürülüyorlar. Ama her gittikleri yerlere güzellik götürüyorlar. Ateşin barutun olduğu, bu dünyamıza insan haklarını, dostluğu, kardeşliği, Tanrı beni yarattıysa ben Tanrı'nın yarattığı kulu öldürmem diyen bir felsefeyi, çevre dostluğunu her gittiği yere yeşili götüren, her toplumla uyum içinde yaşıyan bir topluluk Molokanlar. Bugün İstavrapol bölgesinde Türkçe konuşan Kars bölgesinden 61-62 yılında giden Molokanların peşlerine düştük. Onların izlerini sürdük. Gittik onları mekanlarında bulduk. Anılarını topladık. Fotoğraflarını çektik. Geldik burada onları da sergiliyoruz.Profesyonel ortamda Belgeselini de hazırladık ve o da önümüzdeki günlerde Türkiye kamuoyuna duyurulacak. Şu an fotoğraf sergisi ile burda başladık. Önümüzdeki aylarda Ankara ve İstanbul'da yapacağız sergiyi.



Molokanlar sergisini kitaplaştırabilirsiniz değil mi?



Vedat Bey: Kitaplaştırma süreci de 6 ay içersinde. Zaten o format hazırlandı.



Tebrik ediyorum.



Zaten o gururla yaşıyoruz diyor Vedat Bey.



Çok güzel bir çalışma. ama yani başka bir çalışma da olabilirdi öncelikli olarak. demek ki Kars kültürüne çok etkisi var Molokanların?



Vedat Bey: Çok etkisi var. Sokaktaki insana sorarsanız, röportaj yaparsanız , herhangi bir yaşlı insana sorun genelde yaşlılar bilir bunu. İnsanlar hakkında Molokanlar hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorarsanız, hep olumlu cevap alacağınızdan eminiz. Böyle bir uyumcul insan topluluğu. Evlerinde hamamları olan, yüzyıl öncesinden bahsediyoruz, Fin Hamamları yani taşa suyu döküp buharlaştıran, evlerinde gülbahçeleri, saçtan çatıları olan kültürü çok yüksek, tarımsal son sistem aletleri kullanan bir topluluktu, güzel bir topluluktu. Şimdi onlar gittiler. Amacımız onlardan buraya bir rüzgar getirmekti. Onu da başardık sanırım.



Gerçekten o rüzgarı hissedebildim orada ve taa İstanbul'a kadar da sürükledim kendimle beraber.Öyle de bir merak sardı ki beni Puşkin'den başlayarak Kafkasya üzerinden Kars civarına gelmiş tüm gezginlerin seyahatnamelerini araştırıp okumaya başlayacağımı nereden bilebilirdim o dakikada. Okudukça aklım karıştı desem yeridir. Gürcüler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Tatarlar, Lazgiler, Avarlar, Osetler, inguşlar, Abhazlar, Hat Tatarları, Don Tatarları....



Başarmışsınız dedim...başarmışlardı gerçekten!



Yıldırım Bey.

Demin Vedat Bey söyledi. Herhangi bir sıraya koymadık ama bizim Kars'da açacağımız sergi miktarı epeyce fazla. Biz aslında yetişemiyoruz. Sadece işimiz bu değil. Biz hepimiz esnafız.



Yıldırım Beyin fotoğraf işiyle, Vedat Akçaöz Bey'in de inşaat malzemeleri satışı ile uğraştığını öğreniyoruz.İkinci bir söyleşi olabilecek diğer projelerinden de bahsediyor Yıldırım Bey.



Yıldırım Bey: Bakın tabyalardan bahsetti Vedat Bey arkadaşımız. Tabyalar, 1855 savunmasında Türkiye'nin yani Kars'ın ve Osmanlının kaderini belirleyen yapılardır. 155 senedir inanır mısınız kimse ne elini sürmüş ne yazılı bir kaynak, belge bir şey yok. Biz Vedat Bey ile birlikte, özellikle son iki yıldır bayağı vur ha vur çalışıyoruz. 46 tabya az değil. Enini ölçüyoruz, boyunu ölçüyoruz, krokisini çıkarıyoruz, Bunun peşinden Ani Harabeleri var hemen şurada 41 km zaten bu dünya literatüründe her zaman göze çarpan bir olay. Biz peşinden de Ani'nin görünmeyen bilinmeyen yüzünü sergilemeyi düşünüyoruz. Bir diğer fotoğraf çalışmamız, Ebul Hasan Harakani Kars' ta Evliya camiinin az ilerisinde yatmakta. 1033 yıllarında Kars'a gelmiş ilk Türk akınları ile daha doğrusu 1021 de gelmişler 1033'de buraya hakim duruma gelmişler, 1037'de şehit olmuş. Onun felsefesinde şu var: "Kim ki bu dergaha gelirse ekmeğini veriniz inancını sormayınız zira Allah katında, ruh taşıyan herkes Ebul Hasan sofrasında ekmeğe layıktır." Bu da Mevlana hazretleri de "Gel kim olursan ol, yine gel!" aşağı yukarı bu iki doktrin de aynı. Bu felsefe ile Ebul Hasan Harakani de burada başlıbaşına bir ekol. Şehrimizin bir medarı iftiharı ve şehrimizin tanıtımında bayağı bir katkısı olan bir evliya ulaktır. Konya'da bir Mevlana hazretleri nasıl tanınıyorsa, Ebul Hasan Harakani de o derece kıymetli bir zatı muhteremdir. İşte onu da fotoğrafları, camisi, külliyesi, etrafında kurduğu sistem hepsini fotoğraflamaya çalışıyoruz ve onlarla ilgili bir sergi düşünüyoruz. Arşivlerde fotoğraflar duruyor. Peyder pey. Karar vereceğiz iki ay sonra Tabyalar çalışılacak diyelimki. iki ay sonra. Elimizde tabyalarla ilgili mevcut on bine yakın çekilmiş fotoğraf var. Biz onun içinden bir elli yüz tane çıkarıp en göz alıcı en iyi şekilde ifade edebilen resimleri sergi olarak düşünüyoruz. Peşinden de Anı'yı. Anı başlıbaşına gizemli bir şehirdir. .Öyle sizin gibi üstünkörü gelip birkaç saat gezip gitmenizle , Anı'yı zaten tanıyamazsınız. Buranın insanı olduğumuz için biz her an gidebiliriz. Mesela biz bayramın ikinci günü Vedat Beyle gittik. Ağrı Dağı Anı Harabelerinin arkasındaydı. Ağrı Dağı ile beraber aldık. Ağrı dağı yazın ortasında bile görüntü vermeyen bir dağ. Oysa Anı Harabelerinin arkasında devasa bir şekilde duruyor. Ama siz İstanbul'dan gelene kadar onu çoktan bulutlar kapatır gider. Bu bölgenin insanı eğer işi biliyorsa fotoğrafa biraz daha yatkındır bana göre

.

Önem vermesi de gerekiyor değil mi? Peki tabyalarla ilgili bir şey soracağım. Tabyalar kalenin olduğu o tepenin altında değil mi çoğu?



Yıldırım Bey:Tabyaları ben kısaca arz edeyim. Sadece Kale ile değil. Tabyalar çepeçevre çeviriyor. Kale bu tabyaların tam ortasında. Esasında son noktadır kale. Tabyalar o kalenin etrafında sağ ve sola doğru yüzer iki yüzer belki de beşer altiyüzer veya bin binbeşyüz metre sağlısollu yayılmıştır. Son derece muhteşem yapılardır.Toprak altında ve betondan. Yani şimdi Arap tabya var, şu anda size samimi söylüyorum, kapaklarını kapatınız penceresini kapısını atom bombasını üzerine bırakınız içeriye etki etmez. O derece sağlam yapılar demek diyorum.



(Ne yazık ki tabyaları gezma şansımız olmadı.)



Yıldırım Bey: Evet yer altında 36 basamak aşağı iniyorsunuz. 1848'de başlanıp 1853 yılında 5 yılda tamamlanmış. Aşağı yukarı 10 12 bin asker içinde barındıracak muhtevada bir tabya. Buna benzer bir tabya daha var. Karadağ Tabya, Yerli Tabya, Çifte Göğüs Tabya, Kanlı Tabya, Tağmaz Tabya, Kozluk Tabya, Hafızpaşa Tabya... yani tabyalarımız çok. Büyük bir kısmı askeriyenin içersinde ki bu sevindirici bir olay. Askeriye sahiplenmiş. Koruyor. Eğer dışarda kalmış olsaydı o tabyalardan çoğu dışarda hayatta olmazdı. Dışardakiler de mükemmelliği sayesinde ayakta duruyor. Çünkü ne sökülmeye sökülür ne yıkılmaya yıkılır yapmışlar, üzerine toprağı vermişler. . Üzerinde 3 ila 4 metre toprak var. Ancak vatandaş kapısını penceresini sökmüştür. Beton binayı söküp ne yapacak? Böyle devasa yapılardır. Kars'ın savunmasında çok büyük emekleri olan tabyalardır. İşte bunlar 155 yıldır kaleme alınmamış çizilmemiş yapılmamış. Biz bunları gündeme getirerek, bir boyut kazanmasını istiyoruz. Başka bir amacımız yok.



Hazır birazdan Kültür ve Turizm Bakanı da sergiye geliyorken, " koruma kurulları bu tabyaları korumaya alsa" gibi bir öneri yapmayı düşünür müydünüz diye soruyorum.Aslında aklımdaki soruyu soramadım. İstanbuldaki gibi rant olsa, o tabyaların üzerinde çoktan dev binalar yükselirdi ama tehlike uzakta gibi görünüyor bu yüksek yaylalar kentinde. Ses etmiyorum.



Yıldırım Bey:İmkan bulursak biz bu konuyu Bakan Bey'e arz edeceğiz. Özel talebimiz olacak tabii. Şahsi bir talep.



Ama yine de toplum adına bir talep bu. diyorum. Kendiniz için istemiyorsunuz.



Yıldırım Bey: Şöyle diyeceğiz. Bunun bilinmemesinin sebebi biraz da Kars' dan kaynaklanıyor. Biz tanıtmamışız. Eğer zamanında tanıtılmış olsaydı veya yıllar önce bunlar koruma kurulları tarafından tescil edilmiş olsaydı daha önemli pozisyonlara gelinirdi. Ama tescillenmediği için, böyle boynu bükük kaldılar bu eserlerimiz.



Amacınız Kars' a biraz yararı da olması.değil mi?



Yıldırım Bey:Biliyorsunuz turizm bacasız sanayidir. İki tane taş köprü var. Osmanlı mimarisinin en bariz örneklerindendir. Kars kalemiz var. Tabyalar var. Anı Harabeleri var. Tabiat güzellikleri var. Burası her yeriyle turizm potansiyeli. 1890 yılında Rusların Baltık Mimari dediğimiz tarzda yapılmış binalar var burada, ızgara planlıdır ve uçaktan baksanız böyle kare kare görürsünüz.Bu Baltık mimari de korunuyor şu anda. gerek Kültür Müdürlüğü gerek turizm müdürlüğü.Koruma kurulları ve Belediye tarafından tescil edildiği ve korumaya alındığı için, tahmin ediyorum bundan sonra kolay kolay tahrip edilmezler..





Umarım diyorum.



Yıldırım Bey:Yok kesin konuşuyoruz. Çünkü koruma altına alınmış şeye kasti bir şey yapılmadıktan sonra bir herhangi bir şey olmaz değil mi? .



İnşallah diyelim. Peki sizin Molokanlarla ilgili anlatacağınız, ekleyeceğiniz bir şeyler var mı?



Yıldırım Bey: Molokanlar şehrimizin zenginliği idi. Biz son dönemlerine yetiştik. Çünkü bizim çocukluk dönemlerimizde şehrimizde görmemize rağmen, son bir kaç aile ile biz tanıştık. Fazla haşır neşir olamadık. fakat bıraktığı zirai aletler, değirmenler hala günümüzde mevcut olduğu için ve çalışkanlıkları, dürüstlükleri yaptığı tarımsal reformları dedelerimiz ninelerimiz anlata anlata bugüne geldik. Biz onları o şekilde tanıdık. Yoksa 1921 ve 1962 yılındaki göçlerle zaten fazla vakıf olamadık biz o Molokanlara. Ama dedelerimizn nenelerimizin anlattığı kadarıyla...



Sergiyi geziyoruz. Malakanlar temiz yüzlü, sağlıklı ve oldukça iri yapılı kişiler olarak görünüyor fotoğraflarda. Erkekleri uzun sakallı. Dinlerine çok bağlı. Değişik ritülleri olan bir topluluk. Sigara ve içki yok. Kan dökmek ise en büyük günah imiş.



Yıldırım Bey bir fotoğrafı işaret ederek: Mesela bakın şuradaki kendi halinde dürüst bir adamdı. Değirmenci Vaso diye. Onu gezmeye götürdük. O da bizimle geldi. Böyle hatıra fotoğrafı çektik. Ama yazın kaybettik. Allah rahmet eylesin diyor .



Başka konuklarla ilgilenmek durumunda kalan Vedat Bey de katılıyor söyleşimize yeniden.



Mezar taşlarından biri de ablasının mezarı diyor Vedat Bey, değirmenci Vaso'nun önünde durduğu taşlardan birini kast ederek.



Mezarların yerini soruyorum, Rusya'da mı diye. Kafam karışıyor, seyahate gittik deyince.



Yok burada Çakmak'ta diyor Yıldırım Bey, Şöyle 10 kilometrelik bir yer.

Amaçlarımızdan bir de bu mezarların tahrip olmuş Molokan mezarlarının restore edilmesi diyor Vedat Bey



Mezarların çoğu yıkılmış ve yan yatmış durumdadır diye gözlemlerini ekliyor fotoğrafçı Yıldırım Bey,

Üzerindeki de Kiril afbesiyle yazılmış görülüyor.



Vedat Beyden Kültür Bakanlığının bu konuya da eğildiğini ve mezarlıkların düzeltilme çalışmalarının başlatılacağını duyuyoruz son olarak. Bu 2008 Kasım patentli bir haber! Bu da özellikle yakınlarının mezarları için kaygı duyan onlarca Molokan'ın duyduklarında son derece mutlu olacakları bir haber aynı zamanda.



Sordunuz mu yeni jenerasyona, buralara Kars'a gelmek istermisiniz? diyorum



Yıldırım Bey: Hala burunlarında tütmekte.Buralar kolay kolay unutulamaz. Ata, dede uzantıları. Onlar 1877'de Rusya'daki ikinci kuşak. Gelecek yeni nesil olur. Ama yeni nesil de bana göre malesef Türkiye'yi bilmiyor. eski nesilden 75 80 yaşından aşağı adam bulamazsınız ama bulsak, onlar da elbette gelelim orada ölelim derler. Başka bir alternatif olamaz.



Peki bizim bu Türkler içinde Rusça bilenler , onlarla kaynaşanlar yaşlılarımız var mı?



Yıldırım Bey . O nesli kaybettik. O nesil yok artık! Varsa tek tük, belki parmakların sayısı kadardır ama çünkü az bir zaman değil.Çünkü 1921' i düşünün! Hatta, 1960 deseniz en kötü ihtimalle aradan geçmiş 45 sene. Rusça bilenler de Ermenice bilenler de gitti. Öğretmediler, zaruret doğmadı. Niye öğretsinler ki? Öyle kaldı. Şimdi tek tük o da ileri derecede değil de bazı ihtiyaçlarını görecek kadar belki Rusça bilenler vardır. Mükemmel derecede Rusça konuşan olduğunu tahmin etmiyorum.



Vedat Bey: Neokomski, o bölgede yaşıyorlar, hepsi Türkçe konuşuyor. Manileri, şarkıları, bizim unuttuğumuz bir sürü tekerlemeleri onlardan duyup kayda aldık... Çok ilginçtir. Buraya özlemle yad ediyorlar, gelmek istiyorlar, fakat parasal problemleri var. Bir tek arzuları var. Buradaki tahrip olmuş ata mezarlarının restore edilmesi. Onu istiyorlar. Etnik bir grup ama dünyanın unuttuğu bir çok erdemleri bünyesinde taşıyan bir grup. Çevre dostu, yeşili seven, insan öldürmeyen..



"Buradan gitmeler... öyle mi? " diye soruyor sergiyi gezenlerden konuklardan biri " yani Gagavuz Türkleri gibi değil?" diyor.



Vedat Bey :Yok. Onlar 1877 de zorla getirildiler Çar bu tarafa sürdü onları. Bu bölgede 1921 yılına kadar yaşadılar. O ateş anında barışı koruyan etkinlikleri vardı diye yanıtlıyor Vedat Bey.



Sergiyi birlikte gezmeye devam ediyoruz. Masa üzerinde yığılı banknotların olduğu fotoğraf ilgimi çekiyor.



"Zorunlu askere giden Antonyo Samarin. Zorunlu askere gidiyor. Kendi isteği ile değil. Onun için Sabranya'da dini ritüel yapılıyor. Onlara para toplanıyor. Hayrat yemeği veriliyor." diye açıklıyor Vedat Bey.



Fotoğrafa bakıyorum. Bir görmelisiniz, Kızlar askere gidecek gence yardım için kolları nasıl sıvamışlar. Sanırım en güzel giysileri ile et tahtasının başına geçmiş, yemekte verilecek eti parçalıyor bir genç kız. Sözlüsü mü acaba askere gidecek olan gencin? Bunları sormayı unuttum.



Hayrat yemeği veriliyormuş o para ile. Onlar da işte o askerin salimen gidip salimen dönmesi için Tanrı'ya dua ediyormuş. Sabranya'daki ritüel buymuş.



"Bu, günümüzde de yaşanan bir ritüel demek" diyorum. Fotoğraftaki gençler günümüzdeki gençleri andırıyor çünkü.



Vedat Bey: Tabii diyor. Bundan 6 ay önce, Orada çekilen bir fotoğraf. Canlı.



Onlar orada da barış yanlısı oldukları halde ... gerçi askere gitmek de savaş yanlısı olmak anlamına gelmiyor ama...diyorum.



"Zorunlu" diyor Vedat Bey. " Ben bunu özellikle belirtiyorum." diye ekliyor.



Molokanların yaşantısında bizlere göre farklı olanlar neler, örneğin nasıl bir toplumsal yapı? diye soruyorum.



Vedat Bey:Kapalı bir toplum. Din ağırlıklı. Bütün problemleri kendi içinde çözebilen bir yapıları var. Mesela Rusya'da iki kardeş birbiri ile kavga ediyor birbirini yaralıyorlar. Olayı kendi içinde çözümlemeye gidiyorlar. Yani resmi makama vermiyorlar. Kendi içinde çözülüyor.



Acaba küçük topluluklar değil de büyük kalabalık olsalardı devam ettirebilirler miydi bu tarzı? gibi sorular şimdi konuşmaları çözerken geliyor usuma.



Geleneksel yoldan demekki diyorum.



Vedat Bey:Evet, geleneksel yoldan çözülüyor. ama çok daha ağır bir olay olduğunda bir ölüm olduğunda, tabii o farklı bir şey!



Tabii dileğimiz toplularda ne kendi ne de resmi makamların çözeceği olayların yaşanmaması gibi uzak bir ütopya.. . Sorunsuz, mutlu, huzurlu bir toplumda yemyeşil bir doğanın içinde yaşıyor olma hayali öyle çekici geliyor ki...



Erkeleri hep sakallı, iri yapılı. Kadınları da gençken özellikle çok alımlı. Sanki o çok eski Rus filmlerinde gördüğümüz kişilere benziyorlar. Kadın erkek hepsi çok sağlıklı görünüyor. Giysileri de çok temiz. Bunda açık havada, bahçede çalışmanın da etkisi olmalı, içtikleri ve vazgeçemeyip uğruna sürülmeyi göze aldıkları sütün de.... İlk kez gülümsüyorum...



Malakan bir Dimitri ağa vardı Çakmak Köyünde.

Kazım Karabekir Paşayı ağırlayan

Osmanlı ordusu karagah kurmuştu.

Çakmak Köyünün Kısır dağları, askerin erzak eksiğini

Haftalarca karşılamıştı Dimitri ağa....



Okuyorum bakıyorum, kimbilir ne öyküler var dünyamızın buralarında da yaşanmış, çoğu hüzünlü, bilmediğimiz, anladığını sananların anlayamadığı ya da anlayamayanların alında kavradığı ...



Her bir fotoğrafda başka bir yaşam karesini, başka bir yaşanmışlığı yakalamak, izlemek... Fotoğrafları okuyorum:



Kars doğumlu Molokan Naske hala Kars'ın Çalkaya köyünde 1960 yılında rahmetli olan kocası için hayrat yemeğini oğlu ile beraber veriyor. Bu nedenle Molokan kutsal sayılan ekmek ve tuzu Sabranya 'ya götürüyor. Dikkatimi çekiyor. Şarap yok.



Ve nice yaşamlar...çoğu artık var olmayan...



Yavaş yavaş kapıya yaklaşıyoruz.



Gazi Ahmet Muhtar Paşa konağının ahşap kapısının güzelliğinden konuşurken eski kapılar hakında şunu öğreniyorum Yıldırım Bey'den. Kapılarda çalmak için farklı iki kol olurmuş oralarda. Yoksa İstanbul'daki kapılarda da var mıydı? Belleğimi zorluyorum ama eremiyorum o denli eskiye. Sanki tek bir tak tak hatırlıyorum. Biz o kapıkollarına tak tak derdik.



Eğer kapıyı ince narin bir sesle vuruyorsa bir kadındır o zaman evin kadını açıyormuş. Ama diğer tokmağı kullanınca tok tok kaba seslerle vuruyorsa da bir erkek vuruyordur diyor Yıldırım Bey. Kapı 1870'li yıllarda filan yapılmış olmalı diye ekliyor. Gazi Ahmet Muhtar Paşa burada ikamet etmiş ve bu binayı Karagah olarak kullanmış. Alt taraf yani bulunduğumuz Sanat Galerisinin olduğu yer eskiden malesef ahır olarak kullanılırmış diyor Yıldırım Bey.İkametgah ve karargah olarak kullanılan üst taraf ise şu anda müze imiş.



Birden simsiyah kuyruklarını azametle sallayarak dolanan Arap atları geçiyor gözümün önünden ve yandaki merdivenlerden üst kata çıkan askerlerin tozlu uzun çizmelerini görür gibi oluyorum. Acaba bizimkilerin çizmeleri var mıydı o yokluk yıllarında?



Fotoğraflarımızın kopyalanmasında bize yardımcı olan belgeselci İbrahim Bey ile yukarı kattaki Müze bölümüne çıkıyoruz, dıştaki merdivenlerden, hayalimizdeki artık yemenili askerlerle. Eski ahşap binanın güzelliği üst katta daha belirgin. Daha önce yıkıntı halindeyken, askeriyenin gayretleri ile restore edilmiş bina. İbrahim Bey de bizi bilgilendiriyor. Aklım Peç denilen o muhteşem şöminelerde kalıyor. Bir kez daha gezebilme umuduyla çabuk çabuk geziyoruz. 100 yılık belki de daha eskilerden kalma at ve katır nalları bile var.



O kocaman nalları görünce sahibi olan katırların ne güçlü hayvanlar olduğu geliyor hatırıma. Belki onlar da Rusya'dan mı geldiler diye düşünüyorum şimdi bu makaleyi yazarken. Nedeni var. Yazının sonuna dip not olarak ekleyeceğim. Belki de ayrı bir blogda anlatırım. İlginç bir yaşanmışlık nakledeceğim.



Dinleyenleriniz olmuştur sanırım. Sevgili Güldane Karakurt geçen hafta başında Vedat Bey ile ve Kuzey Anadolu Doğa Kuş gözlem grubu ile söyleşi yaptı " Gecenin İçinden " programında. Pazartesi akşamları TRT radyo 1 de 23.15'de program Ne yazık ki bir aksaklık nedeniyle kaçırdım. Mutlaka orada konuşulmuştur aşağıdaki mutlu haber.



Bu yazıyı yazarken yaptığım bir arama sırasında rastlıyorum. Safranbolu'da yapılan Altın Safran Film yarışması sonuçlanmış ve Vedat Bey'in yapımcılığını üstlendiği " Kars'ın Solan Rengi: Molokanlar" belgeseli profesyonel dalda birincilik ödülü almış. Yukarda da söyledim. biliyorum. Şimdi Altın safran birincilik ödülünü kazanan "Kars'ın Solan Rengi: Malakanlar" adlı belgesel hakkındaki bilgileri karshabergazetesi.com sitesinden aktaralım.



http://www.karshabergazetesi.com/article_view.php?aid=2057



"Gazetemiz yazarlarından Vedat Akçayöz’ün proje sahipliğini ve finansörlüğünü yaptığı “Kars’ın Solan Rengi: Malakanlar” adlı belgesel film ilk kez katıldığı 9. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali'nde birincilik ödülü aldı.



Tarihi danışmanlığını Av. Erkan Karagöz ile Prof. Dr. Bingür Sönmez’in yaptığı, çekimlerini Kars’ta ve Rusya’da Vedat Akçayöz’ün gerçekleştirip Yalçın Yelence’nin hazırladığı “Kars’ın Solan Rengi: Malakanlar” adlı belgesel film, Kars’ta düzenlenecek Altın Kaz Film Yarışması yanı sıra, İngiltere ve Almanya’daki yarışmalara da katılacak.



Yeni hazırlanan belgesel filmin ilk kez katıldığı bir yarışmada birincilik ödülü almasının önemli ve anlamlı olduğunu bildiren Akçayöz, “Malakanlar’la ilgili şu ana kadar çok şey yazıldı çizildi. Ama savaş istemeyen, barıştan yana olan bu halkı yazıp çizmelerle anlatmak yetmiyordu. Bunun belgesel olarak hazırlanması gerektiğini düşündüm ve çekimler için önce Kars’tan başladım. Daha sonra Rusya’ya giderek orada çekimler yaptım. Av. Erkan Karagöz ve Prof. Dr. Bingür Sönmez’in desteğiyle Yalçın Yelence’nin hazırladığı güzel bir belgesel film ortaya çıktı.” dedi.



30 ve 60’şar dakikalık olarak hazırlanan “Kars’ın Solan Rengi: Malakanlar” adlı belgesel filmde, ağırlıklı olarak Malakanlar’ın Rusya’dan Kars’a sürgünlerini, daha sonra yeniden Kars’ tan Rusya’ya göçlerini anlatıldığını ifade eden Akçayöz, “Malakanlar’ın en önemli özelliği savaş karşıtı olmalarıdır. Askere gitmedikleri ve Ruslar tarafından dağıtılan tüfekleri yaktıkları için Kars’a gönderildiler. Daha sonra Kars’ta da askerlik yapma teklifini reddettikleri için bu kez yeniden Rusya’ya göçe zorlandılar. Bu, Malakanlar’ın barışçıl yönüdür. Diğer bir yönleri ise tarımcılıktır. Belgeselde Malakanlar başta barışçıl yönleri olmak üzere tüm yönleriyle detaylı anlatılmıştır. Belgeselin en önemli bölümü de Kars’taki yaşamlarıdır.” diye konuştu."*



Bizde buradan Vedat Beyi ve belgeselde emeği geçenleri kutluyoruz ve nice güzel ve yaşamın içinden gelerek aydınlatan gerçek belgesellere diyoruz. Biraz da hüzünleniyoruz.. Neden mi? Vedat Beyin mütevaziliğinden bize kendi belgeselinden "Karsın Solan Rengi: Molokanlar" dan hiç bahsetmemiş olmasından.



İnsanlığın kansız, barışçıl bir dünyayı, en az Molokanlar kadar özlem duyması yeterli olur mu bu dünyayı geçmişten beri baştan sona saran kanı gözyaşını gelecekte durdurmada... Yoksa orduların hatta devletlerin bile üzerinde, tanrısal ve görünmez fildişi kulelerinde, sırça köklerinde doymak bilmeyen bir iştah ile insanlığı kemireni görünür kılınca, maskeleri düşürünce mi sönecek yangın....Seçim bizim, bilincimizin...





http://www.karshabergazetesi.com/article_view.php?aid=2057



http://vedat.akcayoz.net/index.php?option=com_content&view=article&id=5&Itemid=13

Bu blog 5/11/2008 de MB de yayımlanmıştır.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=142429

Etiketler: , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa