Kitaplar Öyküler Etkinlikler

Kitap , okuma, , çocuk kitapları , romanlar , anılar, edebiyat sohbetleri , sanatçılarla söyleşiler , fotoğraf , edebiyat , çocuk eğitimi üzerine üzerine dokunmak istediğimiz herşey

18 Kasım 2009 Çarşamba

Kendinle Barışık Olmak


Bu anlatımı blog arkadaşım, lisedaşım Narçiçeği’ ne* adıyorum sevgi ve umutla, fobisinde ne kadar haklı olduğunu da kabul ederek…

Sahil boyunca asfalt yolda hızlıca yürüyorum. Güneş doğmuş ama bulunduğum koyu U şeklinde çevreleyen yüksek tepeleri henüz aşamamış. Ilık bir serinlik var kasaba yolunda. Saat sabahın yedisini biraz geçmişti yola çıktığımda. Durgun denize ve zeytin ağaçlarına bakarak güzel hayaller kurduğum bir yürüyüş. Kendi kendimi dinlediğim ve duygusal dünyamı renklendirdiğim benim için en anlamlı ve kıymetli anlar bu yürüyüş zamanları. Kiminde anılara dalarım, kiminde yazacağım öykülerle ilgili güzel kurgular yaparım, kiminde de gerçek yaşamda yapmak isteyip de yapamadıklarımın planlamasını. Bilirsiniz işte olasılığı binde bir olan bin bir çeşit hayalinizi canlandırdığınız anlarınız vardır sizin de...

Yoldan minibüsler geçiyor. Ah diyorum kasabalarda bile artık çocuklar okullara minibüsle gidiyorlar. Ben o yaşta çocuğu olan bir veli olsam yürümesini isterdim, istemezdim yok şundan yok bundan… Hayaller düşünceler birbiri ardından akıp giderken iki yol ağzına geliyorum. Denize paralel olarak devam eden yolu seçiyorum. Balıklara bakacağım. Durgun suyun içinde balıkları görmek öyle hoş bir duygu ki. Hele sadece bitki ve biraz da deniz kokan bir havadan soluklanmak… Saplı adanın berisine demirlemiş yelkenleri inik beyaz kuğu gibi tekneye bakıp bir iç geçiriyorum. O gemide ben de olsaydım şarkısı dökülüyor dudaklarımdan. Buralarda yaşarsam bir kayık alırım kesinlikle. Olta takımları da olur. Balığa çıkarız artık. Sörf bile yaparım. Ne güzel!


Bir gün önceki yürüyüşçülerle de günaydınlaşıyoruz. Herkes çoğunlukla yalnız başına ve tempolu yürüyor. Dün karşılaştığım yaşlı amacaya “günaydın” desem mi demesem mi diye düşünürken bu kez de o beni mahçup ediyor. Ardından hızlı hızlı yürüyen komşu sitede oturan iki hanımla selamlaşıyoruz. Yol iyice tenhalaştı. Minibüsler de diğer yoldan gittikleri için çılgın kalabalıklardan iyice uzakta, kendimle başbaşayım artık. Okaliptüs ağaçlarının beyazlaşmış kabuklarına bakarken karşıdan tempolu koşan bir genç kadın beliriyor peşi sıra koşan bir köpekle. Ah ne güzel bir dostluk onlarınkisi. Benim de bir köpeğim olsa keşke, Nuran Ablalarınki gibi uzun tüylü ya da benekli bir av köpeği… Adını ne koyardım. Sonbahar mı? Güz mü? Belki de bir müzik türü. Sema’nın acılar içinde ölen köpekciği geliyor hatırıma. Şapşap. Ölümünden bir gün önce kamerayla çekimini yapabilmiştik. Şapşap olmaz, üzücü... Köpekler 15 yıl kadar yaşarmış. Ya ölürse. Çok üzülüp yalnız kalmak da var. Sersem seni gidi. Bakalım on beş yıl yaşayacak mısın? En iyisi ad bul önce… Hüzün desem. Yok canım! Herkesin içinde Hüzün diye bağıramam ki. En iyisi Umut. Umut diye bağırabilirim en azından...


Tekrar dikkatimi yola veriyorum. O ne. Yanındaki köpeği de kadınla aynı tempoda koşarken sanki beni hedef almış gibi geliyor. “Amma da korkasın kızım!” deyip kendime annelik ediyorum.

“Korkma. Köpeği görünce eğilirsen kaçar”

Köpek yaklaşıyor eğilme filan fayda etmiyor. Öyle eğitimli bir köpek ki sahibesinden başkasını dinlemeye hiç niyeti yok gibi. Sahibesinin de umurunda değiliz anlaşılan. Kalın kocaman bir boynu var. Ve tasması da tırmıklı. Kurt köpeği sanırım. Yanıma yaklaşıyor. Neredeyse bacaklarıma sürtünüyor. Yalvarırcasına gözlerimi diktiğim koşan zarif sahibede hiçbir tepki yok. Yani yollar sadece o koşsun ve köpeği de istediğine yaklaşsın ya da saldırsın diye açılmışçasına umursamaz devam ediyor joggingine.

Köpek etrafımda daireler çiziyor. Kuyruğunu da sallıyor. Sevdim aslında hayvancığı ama bembeyaz dişlerine bakınca yüreğim kalkıyor. Ya bacağıma geçirirse o beyaz dişleri ne olacak? Lime lime etleri sarkan kanlı bir baldır imgesi canlanıyor gözümde. Titriyorum.Sabah yürüyüşüm zehir oldu. Kadın da iyice yaklaştı.Bir şeyler söylesem mi? Dayanamıyorum artık. Köpeğin kuyruğu çarpıyor bacaklarıma.

Sesimden sahibesine yönelik kötü bir anlam çıkarabileceği için köpekten çekinerek dökülüyor titrek sözcüklerim fısıltıyla:

Lütfen köpeğinize sahip olsanız

Hayatımın en büyük dersini veriyor genç kadın:

Kendinizle barışık olun Hanımefendi. Bırakın birazcık sürünsün bacaklarınıza ne olmuş yani. Hayvanların da sevgiye ihtiyacı var.”

Bu sözleri söylüyor ve transit geçiyor yanımdan. Neyse köpeği de peşine takılıyor da kurtuluyorum. Ardından bir iki söz yanıt olarak yetiştirmeye çalışıyorum ama duyurabildiğimi sanmıyorum.

Köpeği çoktan unuttum. Yolun geri kalan kısmında çam ağaçlarının reçineli nefis kokusu ve güneşin ısıttığı kuru otlardan yayılan o tuhaf iç gıcıklayıcı koku beni hayaller dünyasına sürükleyiveriyor yeniden derken birden “Kendimle barışık değil miyim ben?” sorusu çınlıyor kulaklarımda. Evet değilsin ya! Sen küstün tüm dünyaya. Yok canım. Bazen dibe vurmak iyidir. Küs müs değilim. Yani ille de bunu ispatlamak için önüme gelen köpeklere kedilere sevgi gösterisinde mi bulunacaktım. Yok olmadı. Kadının sözcükleri canımı acıtıyor, hayal dünyamı, düşüncelerimi alt üst ediyor.

Neyse ki balıkçı kahvesine az kalmış. Gazetemi alıp köşedeki marketten doğruca kahveye yollanıyorum. Gazetemi okurken arada bir çayımı yudumlarken orada sol taraftaki dağların panoramasını, limandaki sandalları, balıktan dönen balıkçıların tezgâhındaki balıkları seyretmek öyle zevkli ki.

“Ah!” diyorum. “Burası tam da yaşanılacak yer. Her sabah yürüyüş sonra deniz hem de ıssız bir kumsalda ve kitap okumaları ve… ve yaşam işte bu. Hayallerim, aşkım ve ben… Ben artık büyük kentlerden yoruldum. Evet! evet bıktım! Bıktım ya! Yoksa bir yenilgi kaçışımı bu? Neden açıklamıyorsun ki kendine. Sitemin İstanbul’a mı yoksa tüm Türkiye’ye miydi ak bulutların karanlık gölgesinin yüreklere çöktüğü o Temmuz gün batımında? Yoksa evimizi mi özledin? Büyük kente dönmeden, mücadele etmeden buralarda yaşayabilir misin sen? O kadar mı umutsuzsun?”
Karmakarışık duygularda bocalarken kulak tırmalayan keskin havlamalarla düşüncelerimden sıyrılıyorum. Büyük bir toz yumağından geliyor havlamalar, yerde kahvenin dışında.

Balıkçı kahvesinin köpeği “Arap” bizim hayat bilgisi öğretmenliğine soyunan genç kadının köpeğine saldırmış. Öyle bir dövüş tutturmuşlar ki hani bir kitap vardı filmi de yapıldı aynen oradaki gibi öldüresiye dövüşüyordu köpekler.


Koşucu hanımsa saçını başını yolup Arap’ı tutmaları için kahve sahiplerine bağırıyordu hem de ne bağırma.

Güldüm sadece. Kendisiyle barışık olmayan başkaları da varmış diye güldüm… Başka ne yapabilirdim ki. Sevgiyle kalın ve umutla her zaman…

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=66987

Bu blog 8/10/ 2007 de MB de yayımlanmıştır.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=68371

Etiketler: , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa