Kitaplar Öyküler Etkinlikler

Kitap , okuma, , çocuk kitapları , romanlar , anılar, edebiyat sohbetleri , sanatçılarla söyleşiler , fotoğraf , edebiyat , çocuk eğitimi üzerine üzerine dokunmak istediğimiz herşey

25 Eylül 2008 Perşembe

Öğretmenlerimin Sisli Anısı


Tüm sevgili öğretmenlerimizin bu güzel günü kutlu olsun.

Birden bire İstanbul Kız Lisesinde bizlere emeği geçen sevgili öğretmenlerim geldi hatırıma.

Bir Nezahat Kulen Hanım vardı. Orta 1. sınıfta yurttaşlık bilgisi dersine geliyordu. İlk karşılaşmamızı hiç unutmayacağım. Okulun ilk günüydü. Bütün sınıf sessizce Nezahat Hanımı bekliyorduk. Zarif bir hanımefendi girdi içeri. Saçları yapılı, giysileri zarif, elleri bakımlı ve kulağının arkasında sanırım bir ses kuvvetlendirici aygıt. Ağır işitiyormuş. Sınıfa girer girmez, o günün seramonisinden sonra parmağı ile beni işaret ederek ayağa kalkıp yanına gelmemi istedi. Kalbim gümbürdeyerek atıyor kulaklarım uğulduyordu. Azarlanacağım korkusu ile elim ayağım da titremeye başlamıştı. büyük sınıflar bizi öyle korkutmuşlardı ki etkilenmişiz demek. Tanrım ne yapmıştım acaba bilmeden? Bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da sıra aralığından kurtulup yanına gitmeye çalışıyordum.

Yanında durunca "Adınız ne evladım?" diye sordu. Yanıtlarken kendi sesimi tanıyamadım. Boğuk, titrek bir ses belli belirsiz çıkmıştı. Adımı yineletti. Sonra parmağı ile beyaz bluzumu ve lacivert formamı ve kulaklarımı açıkta bırakacak kadar insafsızca kısaltılmış saçlarımı göstererek "İşte örnek bir öğrenci!" deyişini hiç unutmayacağım. Ah o anda bir kamera olacaktı. Şimdi yarım asır yaşadıktan sonra insan çocukluğuna dönüp görmek istiyor. Tuhaf ama öğretmenimin beni sınıfa örnek gösterek övmesi beni pek üzmüştü. Diğer arkadaşlarımın benden ne farkı vardı ki! Öğretmenimin onlara haksızlık yaptığını düşünüp üzülmüştüm. Nezahat öğretmenden kalan pek çok güzel anılarım oldu.

Bir de orta okul sondayken gelen biyoloji öğretmeni Neyyire Tezeren Hanımı hiç ama hiç unutamam. Öğretmenlerimiz temiz , ütülü giysileri, taranmış bakımlı saçları ile kızlara örnek olmaya özen gösterirlerdi. Hemen çoğu dopiyes dediğimiz etek ceket takımlardan giyerlerdi. Erkekler de yelekli takım elbiselerle gelirlerdi okula. Kız öğrenciler örnek olmak onları ilerdeki yaşamlarında böyle derli toplu insanlar olarak toplumda yerlerini alabilmelerini sağlamanın çabası da vardı sanırım. İşte Neyyire hanım da o denli bakımlı, sarı saçları her zaman topuz yapılı ve dersine sadık bir öğretmendi. Öğrencilerden de aynısını beklerdi. Haklıydı elbette. Orta okul bitirme sınavlarında tam on yedi sayfa yazmıştım. Bayılırdım canlılarla ilgili sistemleri çizmeye. Sanırım ilk üç arasına girmiştim ama nedense o yıl ortaokul bitirmelere gereken önem verilmemişti. Oysa kaç yıldır , ortaokuldan başarıyla mezun olanların kürsüye çıkarılıp İftihar Belgesi verildiği o töreni bekliyor, bazen ders çalışırken tören oluyormuşçasına hayallere dalıyordum çıtırdayan kömür sobasının yanında. Olmadı işte yapmadılar o yıl benim törenimi. Liseye geçtiğimizde de biyoloji öğretmenimizdi Neyyire Hanım. Lise 2. sınıftaydım sanırım. Gençlik duygularım uyanmış aşık olmuşum. Uzaklardaki sevdiceğimi düşünmekten derslerime çalışamaz olmuşum. İşte böyle günlerimden birinde beni tahtaya kaldırdı. Önceki yıllardaki öğrencisi gibi yanıtlayamıyordum. Çın çın bağırmaya başladı.



"Sennin başında kavvak yelleri esiyor! Ottur! On üzerinden yedi."


Bir de matematik öğretmenimiz Hadiye Kazancıgil vardı. Öyle yumuşak yürekli öyle iyiydi ki. Arkadaşlar sınav yapılmasın diye hep beni gönderirlerdi ricaya. Yazık! Hadiye Hanım da bir huzur evinde, yapayalnız ayrılmış bu dünyadan. Kimi kimsesi yokmuş. Çok üzüldüm. Kahverengi gözlerindeki o hüzünlü ışıltı, belki de öğrencilerinde bulmaya çalıştığı sevgi damlacıklarının insancıl senfonisiydi. Anladık mı Hadiye Hanımı? Kıymetini bilebildik mi?

Türkçeye gelen Şevki Tan Beyi de anlatmalıyım. Çocuk öyküleri araştırıp bulup, sınıfta okuyacaktık. Ben de buldum bir öykü kitabı. İçinde duygu dolu bir çok hikaye. En acıklılarından birini seçmiştim. Bir anne ve çocukla ilgili. Okudum bitti ve Şevki Tan Bey kitabın yazarını sordu. Bilemedim. Yabancı dilden çevrilmiş öykülerdi. Sonra kapağa baktım. Yazarı usumda değil ama çevirmen yerinde Şevki Tan yazıyordu. Mahcubiyetten kıpkırmızı oluverdim. Ne ayıp! Okuduğum kitabı öğretmenimin çevirdiğini bilememiş olmak beni çok üzmüştü. Ardından .... adlı kızın attığı sözcükler... duydum tabii.


"Öğretmene yaranmak için seçmiş o kitabı" diyordu sırıtarak. Nasıl kahroldum artık ancak yaşayan bilir.

Yine orta okulda İbrahim Bocutoğlu Bey gelirdi matematik derslerine. Kırkında filan olmalıydı ama yaşlı olduğunu düşünürdüm o zamanlar. Oysa sesi, o capcanlı sesi kulaklarımda çınlıyor şu anda. O kadar yaşına karşın nasıl o denli neşeli ve canlı olabildiğinidüşünürdüm.

Sonra fizik öğretmenimiz Bedia Hanım. Ona Bediş derdik. Kötü müydü? Hayır ama tüm okul ondan fazlası ile çekinirdi. Sanırım disiplin kurulu başkanıydı. Çok ciddi bir öğretmendi. Sonra annemin hatta büyük teyzemin teyzemin bile fizik öğretmeni olan Nahide Hanım. O da set üstünde bir yerde otururmuş Kabataş'da. Otobüsle Beşiktaş'a anneanneme giderken acaba hangi evde yaşıyor diye hep meraklı hayaller kurardım.

Ah o tatlı çılgın Safure Dağlar, kimya öğretmenimiz. Hafifçe sallanırdı başı konuşurken. Kızdı mı tam kızar, sevindi mi çocuk gibi neşeli olurdu. İçten bir insandı. Davranışlarına duyguları yön veren zeki bir insan. Yıllar sonra taa 1990 larda ona rastlamıştım öğretmen evinde Kanlıca'da. Bir kez de Validebağı Hastanesinde karşılaşmıştık. Yanına oturunca ağlamak geldi içimden zor tutmuştum kendimi. Neyseki derneğimizin başkanı Birnur Özümert Hanım bu sevgili öğretmenlerimizle çok ilgilenmiş.

Bir de güzelliğine gençliğine hayran olduğumuz neşeli, güzel yüzlü, her şeyi ile bize model ve daha yakın olan çok genç bir ingilizce öğretmenimiz vardı ortaokuldayken. Yine orta birdeydim sanırım. Bir üniversitede okuyormuş. Okulu bitince öğretmenliği bıraktı. O ayrılınca ne kadar ağlamıştım. Bizi bırakıyor diye sanırım kendisine içten içe küsmüştüm. Gülünce yüzünde güller açan bu öğretmenim ne oldu acaba diye zaman zaman hatırıma da gelirdi. Adını fa unutmuşum. Bir Kız Liseliler buluşmasında Pr Dr Necla Arat Hanım da yanımızdayken, neden bilmem o öğretmenimi hatırlayıverdim. Konu açıldı ve sevgili Necla Arat da sadece İKL nin öğrencisi değil, aynı zamanda ortaokullarda kısa bir süre ingilizce öğretmeni olduğunu da anlatmaya başlamasın mı? Biraz daha derinleşince sohbet, Necla Hanımın o gidişi ile sınıfımızı yaslara boğan İngilizce öğretmenimiz olduğunu anladım. Hem sevindim hem üzüldüm. Neden üzüldüm? Yıllardan beri severek izlediğim bu aydın çağdaş insanın o sevgili öğretmenim olduğunu bilemeyişime çok üzüldüm. Sevindim çünkü sevip saygı duyduğum Necla Arat Hanımın benim bir zamanlar öğretmenim olması beni gururlandırdı.

Öğretmenlerim deyince Kadriye Berksoy Hanımı unutmam ne mümkün. Bize neredeyse kolej öğrencileriyle yarıştıracak derecede kuvvetli bir İngilizce eğitimi veren modern bir hanımefendiydi Kadriye Berksoy. Umarım yaşamı güzellikler içinde sürüyordur.

Ya İlhan Erkson. Bizi verdiği zor sorularla perişan eden bu öğretmenimizin de gerekçesi hazırdı. ,



"Siz" derdi "çok iyi olup üniversiteyi kazanmak zorundasınız."

İlhan Hanım Şişli Terakki Lisesinde de öğretmendi.

"Hadi onların hanı hamamı var sizin neyiniz var?"

deyip yüzümüze gerçeklerin kamçısıyla vurunca ya da sırf bu sözlerini duymamak için çalışırdık onun dersine. Şom serisinden trigonometri ve analitik geometri kitaplarını da kullanırdık. Saçlarını hep topuz yapar ve bu görünüşü ciddiyetini daha da ağırlaştırırdı.

Orta birinci sınıfta unutamayacağım olaylar geldi başıma. Dışarıdan gelen bir coğrafya öğretmeni vardı Zeki Bey sanırım. Coğrafya derslerinde de hep iyi notlar alırdım. Severdim coğrafyayı. Kitabı okudukça sanki bir dünya gezgini gibi hissederdim kendimi. Ara karneleri almamız yaklaşmıştı. Gülbin ve mümessil(sınıf başkanı) Sitare idareye yardıma gidiyorlardı. Kimseye gördükleri notları söylememeleri tembih edilmişti. Ben de iftihara geçmeyi bekliyorum. İftihara geçemeyeceğimi çünkü kırık notum olduğunu söylediklerinde inanmadım. Beni kızdırmak için söylüyorlar sanmıştım. Karneyi aldık. Hepsi yüksek notlarımın. Coğrafya... kırık. Ben hüngür hüngür ağlayarak salya sümük koridorlarda dolanıyorum. O zaman alttaki binadayız. Orta okullar öyle kolayca çıkamazlardı üstteki lise binasına. Arada sivri demir parmaklıklar ve nöbetçili kapılar var. Müdür ise üst binada. En sonunda kimseye derdimi anlatamadım. Üst binaya geçirmediler beni. Kar yağmıştı. Diz boyu karda düşe kalka göz yaşları içinde eve gittim. Annem de şaşırdı. Hemen okula geri gittik. Fakat müdür bey yok. Ertesi gün yine gittik. Müdür beyin anneme yanıtı


"bu notu düzeltemeyiz. bu çocuk o kadar ağladı ki şu'yu buldu. " olmuştu.

O zamanlar eski Osmanlıca kelimeler daha fazla kullanılırdı. Yani çocuk öyle çok ağladı ki sağır sultan bile duydu. demek istemiş. Haksız mıydım? Değildim. Ama herkes duyduğu için haksızlığı düzeltemezlermiş. Bu mantığı asla anlayamadım ve hala kabul de edemem.


Bu haksızlığı bir türlü içime sindiremiyordum. Annem işin peşini bırakmadı. Öğretmene ben sürekli ileniyorum. Nasıl yüreğim yanıyordu anlatamam. Beyazıt' da Beyaz Saray Çarşısının arkasında bir yerde oturuyorlarmış. Annem beni içeri almadı öğretmene saygıdan. Meğer öğretmenin eşi de çok hastalanmış, karın ağrıları içinde kıvranıyor. Öğretmen not defterine bakıyor. Notlar defterde de kırık. Ama sınıftaki haylaz adaşımın notu kırık değil belki de. Ya da benden önce ya da sonra gelenin notu kırık olacakken değil. Bu durumda notum düzelemedi. Ama o çocuk yüreğimi yakıcı bir korku sardı Öğremenin hanımının hastalığından kendimi sorumlu tuttum. Öyle ya ağlarken devamlı öğretmene ilenmemiş miydim? Bunu kimseye de anlatamadım ve uzun yıllar suçluluk duygusuyla vicdan azabı çekerek yaşadım.

Daha düşününce nice anılar geliyor belleğime. Belki bir başka sefere...

Hayatta olan öğretmenlerimizin saygıyla ellerinden öpüyorum.

IŞIKLAR İÇİNDE YATIN KAYBETTİĞİMİZ TÜM SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİMİZ.

Etiketler: , , , ,

24 Eylül 2008 Çarşamba

Blogger Buzz: Concerning the Historie and Nature of Blogs of Note

Blogger Buzz: Concerning the Historie and Nature of Blogs of Note

Çocuklar ve Kitaplar


Bugün dünya kitap okuma günüymüş. Neyse iyi denk geldi. Uzun bir ayrılıktan sonra karşı yakadaki kitapçıma gidiyorum. Amacım vapura binebilmek ve Cağaloğlunda kitapçı vitrinlerine bakmak,dükkanlardan içeri girerek kitapları koklamak ve akıl defterimde yazılı bi kaç kitabı satın almak. Sultanahmet bölgesinde eski anıları canlandırıp bi kaç ışıklı cami fotoğrafı çekmek. Bir çeşit nostalji.

Biliyor musunuz ülkemizde yılda altı kişiye bir kitap düştüğünü.Çok okuyan bir millet değiliz sözün kısası. Belki iyi okuyanlar da kendilerine fazla katkısı olamayan eserlerle oyalanıyordur. Yoksa ortaya atılan her yeme bu kadar kolay takılır mıydık? Belli bir yaştan sonra insan paranın değil ama zamanın değerini kavrayıveriyor. Öyle çok dezenformasyon var ki. Artık kitaplar bile yazılır oldu yanıltma amaçlı. Bu nedenle zaman ve enerji harcayacağım için okuyacağım kitapları iyi seçmeliyim diyorum.

Bilirim aramızda, MB de yazanlar arasında kitapları çıkmış nice arkadaşlarımız da var. Bunlardan biri de Hakan Karaduman MB mahlası ile Akdenizli. İlk kitabını almıştım ya bir arkadaşım gizemli kapağına vurulup benden ödünç alınca bari ben de ikincisinden başlayayım dedim. Cinus yayınlarından çıkan Düşeyazmak adlı Hakan Karaduman romanı da poşetimdeydi yani dönüşte. Hatta Gülhane parkının oralardaki bir çay evinde elimde Akdenizlinin romanı "Düşeyazmak" bir de fotoğraf çektirdim.

Evet okumak çocuklukta alınan kültürlere bağlı bir alışkanlık. Bir panele katılmıştım tesinde çocukların okuma alışkanlıklarıyla ilgili olarak. Konuya hazırlanırken yaptığım araştırmada bana çok ilginç gelen bir nokta çarpmıştı gözüme. Avrupalıların çocuklara kitap okutması başlı başına bir sektör olmuş oralarda. Kitap CD' si, ses bandı, alıştırma kitapları hatta filmi bile olan setler olarak satılıyormuş. Bizde de var aslında yeni yeni başladı sanırım. ama önemli olan o seti almaktan çok çocuğun o setteki gereçleri nasıl kullanacağı ile ilgili yaklaşımı ailenin. Bir de aldığın kitabın içeriği çok önemli.

İlkokul kaçtaydım bilmiyorum ama annemin bi arkadaşı bana Paul ve Virgini adlı romanı armağan etmişti. Heyecanla okudum okumasına ama ondan sonra da bi korkudur sardı o küçük yüreğimi. Ya ben ve seveceğim kimse tıpkı Poll ve Virjini gibi kötü bir ölümle ayrılırsa. Kitabın kapağındaki o mor renkli ürkütücü resim, hani Virjini'nin gemi parçalanırken, korkunç dalgaların arasında direğe sarılıp imdat isterken çizilmiş resmi de belleğime saplanış kalmış.İyi ki yüzmekten korkmadım yani o da olabilirdi. Sonra da o korkumu bohçalayıp içime gömmüşüm yakın geçmişe kadar. İnsan bazen bir uyanıyorki sormayın. Nasıl yürek yarası yapmışım ben o romanı diye önce kendime sonra da büyüklerime kızdıydım tabii sessizce.



Bizler çocuklara ne zaman kitap okuruz ya da okuturuz, yani günün hangi saatinde? Ben çocuk uykuya yatmadan önce desem yanılmış olmam sanırım. Okuma kültürü uykudan önce programı olarak zamanlanmış nice aileler gördüm. Oysa yabancılar öyle yapmazlarmış.

Diyelim ki çocuk tatilde. Yanında onunla ilgilenen kim varsa artık anne, baba, nene, dede kahvaltıdan sonra çocuğa okuturmuş kitabı hem de sesli. Eğer çocuk okuma çağına gelmemişse o zaman da nene okuyor ya da banttan dinliyorlar. Ne güzel değil mi?

Tamamını bitirmek de yok öykünün. Sonra biraz okuduktan sonra sorular başlarmış. Öyküdeki kahramanla ilgili sorular. Öyküdeki olayla ilgili sorular. Sonra da sen olsaydın ne yapardın türünden olayı içselleştirmesini ve empati yeteneğini geliştirebilecek sorular. Çocuk da sorular sorarmış nenesine örneğin. Sonra da o kitabın artık nesi varsa çizgi filmi mi oyuncağı mı onunla oynaması için zaman verilirmiş.

Öykü bittikten sonra da belki çocuğa haydi sen de bir öykü anlat bakalım diye yüreklendirme ve özgüven kazandıracak bir uygulama da yapılabilir. Ama en önemlisi okuma saatinin çocuğun yorgunluktan bitkin olduğu uyku öncesi saatleri yerine usunun en aktif olabileceği zamanlarda yapılması. Bilmiyorum bunu uygulayan kaç aile var ülkemizde.

Bir film seyretmiştim. Küçük bir kitapçı dükkanında çocuklara öyküler okuyan bir kız. Rastlantı bu ya aynı sokağa açılan o bilmem kaç katlı büyük kitapçı dükkanının sahibi ile arkadaş oluyordu kim olduğunu bilmeden. İşte oradaki o öykü okuma sahneleri, yani kitapçı kızın etrafına çocukları toplayıp hergün belli saatlerde onlara öyküler okuması. Kaç kitapevimiz ya da yayınevimiz bu tür uygulamalar yapıyor acaba.

Bir ara Can Yayınevi Sevim Ak ile Vanilya Kokulu Mektuplar diye ve diğer yazarları ile bu tür etkinlikler yapıyordu çocuklar için. Umarım devam ediyordur. Çocuklara okuma aşılamanın bir yolu da sanırım bu tür etkinlikler ve okuma grupları olacak. Aydınlık bir dünya için kollarımızı sıvamanın vakti çoktan gelmedi mi?

Bi sırrımı versem gülmeyin ama. Bu yıl İş Çocuk Kütüphanesinin çıkardığı orijinal dilden kısaltılmamış çeviri çocuk kitaplarından okudum. Yıllar yıllar önce okuduklarımdan pek çoğunu unutmuşum.Nasıl heyecanla okudum bilseniz Define Adası'nı. Bayıldım yani. Çevirilerin de eksiltilmemiş tam çeviri olması etken oldu okumamda. En önemlisi değiştirilmemiş olması, Bilirsiniz bizde öyle çeviriler var ki öykü kahramanının adından başka tüm alışkanlıkları Arap adetlerine uyarlanmıştır. Hep düşünürüm o zaman niye o kahramanın adını kullanıyorsunuz a kardeşim. Bari onu da Arap adı yapın olsun bitsin. Ama yapmazlar tabii. Bu durumda Peter Pan günaydın yerine sabah şerifleriniz hayırlı olsun ile başlar güne ve Heidi de dağdaki akrabasına selamünaleyküm diye seslenir. ne var bunda kötülük derseniz eğer kötülük yok ama yalan var. Çünkü Heidi'yi yazarı ya da Peter Pan'ı öyle konuşturmamış ki.

Kimdi hatırlayamıyorum ama etkinliklerden birinde tanıştığım bir hanım da bu fikri yani okuma grupları fikrini ısrarla savunuyordu. Okuma grupları kurmak. sanıyorum Notos dergisinin toplantısındaydık. Evet okuma grupları kurmalıyız çocuklarımız için. Ne dersiniz ?

Bi kısa anımı aktarmak isterim. Yine ilkokuldayız. Vali beyi ziyaret edeceğiz. Milli bayramlarımızdan biri. Sanırım 23 Nisan. Bayramlıklar yatağımın başucunda. Güzel bir elbise. Şimdi anlattırmayın bana. Rugan yakkabılar da hazır. ama beni uyku tutmuyor. O gece yüreğimin gümbürtüsünden hiç uyuyamadım. Vali Beyin ismi de hatırımda: Niyazi Akı. Neyse Cağaloğlu'ndaki Valilik makamına çıktık. Vali Bey neler söyledi anımsayamıyorum ama bizi Cumhuriyet Çocukları diye epey onere etti. Belki heyecandan da gerisini dinleyemedim. Sonra hepimize birer kitap imzalayıp armağan etti. Benimki Küçük Lord. İşte dedesinin malikanesine giden bir çocuğa bir midilli alınır. Dedesinin ayaklarında damla hastalığı vardır ve yürüyemez. Aksiymiş gibi gözüken dede aslında çok iyi biridir. Bugün hatırladıklarım bunlar.Çocuğun annesi de ölüyor muydu emin değilim. O kitabı özenle saklamama karşın dayanamayıp bi aile dostumuzun kızına verdiydim okusun diye. ben çok beğendim ya o da okusun istedim sanırım. Biliyor musunuz geri alamadım ve uzun yıllar çok üzüldüm. Vali Beyin armağanını yitirdim diye.



Etiketler: , , ,